Nerede İnsan Varsa Orada İslam Olmalıdır

Nerede İnsan Varsa Orada İslam Olmalıdır

Altınoluk: Kul hakkı, İslam’ın önemli bir ıstılahı, hayatın pek çok anlamına tekabül eden bir yönü var. Kul hakkı denilince ne anlaşılmalı? Toplumumuzda bu konuda farklı, sanki daha sınırlı bir anlayış hakim.

Nureddin Yıldız: Biz kuluz, kul olarak yaşamaya mecburuz. Kulu olduğumuz Rabbimiz, bizim için bir din seçmiştir. O seçtiği dine göre yaşarız ve ölürüz. Kul olma anlayışımız, bizi başıboş olmaktan kurtarmaktadır. Şu anda çözülmesi gereken bir sorunla karşı karşıyayız. Dinimiz nedir, neler emretmektedir, emirleri ve yasakları neleri kapsamaktadır? Eğer yaygın anlayışa uyarak dini, namaz ve benzeri ibadetlerle, alkol ve kumar gibi bazı çirkinlikleri yasaklama seviyesinde görürsek, aslında ‘kul hakkı’ kavramını oturtacak bir yer de bulamayız. Yani eğer dinimiz, namazla sınırlı ve alkolle kumarı yasaklamakla yetinmiş bir din ise, o takdirde kul hakkının namazla da alkolle de bağlantısını kurmak zorlaşır. En iyi ihtimalle kul hakkı, iki köylünün tarla kavgasında, bir cinayette ölenle öldüren arasında kalır.
Biz kul hakkına, namaza, hacca ve sair büyük ibadetlere, imanın içini dolduran büyük gerçeklere rağmen cennete girmeye mani olacak düzeyde bir yer bulmak istiyoruz. Zira naslar, cennetin önünde bir baraj oluşturabilecek seviyede bir kul hakkından söz etmektedir.
Din anlayışımızın iki-üç ibadet ve iki-üç yasakla sınırlı kalmasının doğurduğu bu sonucu aşabilmek için, din anlayışımızı olması gereken seviyeye çıkarmalıyız. Asıl din ya da asıl İslam, Allah Teâlâ’nın iradesini yüzde yüz hayata yansıtmaktır. Nerede insan nefes alıyorsa, orada İslam olmalıdır. Doğumla ölüm arasındaki süreyi her haliyle dolduran din İslam’dır. Bu doldurma, bizim ‘ibadet’ olarak bildiğimiz, aslında ibadetin bir bölümünü oluşturan namaz, kurban, oruç, hac gibi vazifeleri yapmayı iyi Müslümanlık için yeterli görebilme ile sağlanamaz. Aslında ibadet, Allah’ın razı olduğu her işi yapma ve razı olmayacağı her işten kaçınma şeklinde anlaşılırsa, o zaman kulluk, camide namaz kılarken ve camiden çıkınca da iş yerinde ailenin maişeti için çalışmada aynı anda gerçekleşir.
Bu seviyeye getirilemeyen bir kulakta, kul hakkı idraki gayet cılızdır. Dünyayı imar etmeyi, insani ilişkileri Allah’ın rızasına göre sürdürmeyi namaz ve oruç gibi görme anlayışı, sahabenin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden öğrendiği İslam’dır. O anlayışta din, gitgide hayattan uzaklaşan, mescitlere kilitlenen bir din olmaz. Çarşı pazarlar büyüdükçe din de büyür. Uzay çağına geçilince din, üçüncü dünya dini olarak kalmaz. Teknolojiye yenik düşen ya da teknoloji ile yüzleşen Müslümanların yontmakta sakınca görmedikleri din, ‘Allah’ın tamamladığı din’ değildir.
Dinimize biçilen rollerin, bizim de dışımızdakilerin biçtiği rollerdeki oyunculuğumuz, bu kısır idrakten kaynaklanmaktadır. Yoksa dinimiz, kıyamete kadar eksiksiz kurallar ve kaynak açısından yeterlidir.

Altınoluk: İslam Hukuku, Kul hakkı İhlallerine ilişkin maddi-manevi nasıl bir cezai müeyyide öngörüyor? Kul hakkı , nekadar az olursa olsun cennete girmeye manimidir ?

Nureddin Yıldız: Kul hakkı ihlali bir insanlık suçudur. Ancak bu suçun cezalandırılması, ilahi kurallara göredir. Binaenaleyh kul hakkı, dünyada irtikâp edilen ama ahiret şartlarında değerlendirilen bir suçtur. Bu nedenle kul hakkının, hesabı ahirette görülecek olan namaz gibi telakki edilmesi doğru olacaktır. Kul hakkını dünyada olup biten bir iş olarak görmemiz yanlıştır.
Çok önemli bir husus daha var:
Dünya şartlarında ortaya çıkan kul hakkı ihlalinin mahkemesi ahiret şartlarında olacak; ahirette ise dünyalık değerlerin hükmü yoktur. Malın ve iltimasın mümkün olmadığı bir yerde mahkemenin helalleştirmeyi yapması nasıl sağlanacak? Hadisi şerifler, oradaki denkleşmenin ameli salihler üzerinden olacağını bildiriyor. Ne büyük bir hüsrandır bu! Daha ağırı düşünülemeyecek bir zayiattır orada, ameli salihlerin verecek şeyler arasında olması… Haccet, teheccüde kalk, zekât ver, infaklar yap. Yap, yap… Sonra da dünya gözüyle hiç de önemsenmeyecek bir iş için sevmediğin, belki de tenkit ettiğin bir insana ver onları. Daha da vahim olanı şudur: Verecek şey kalmayınca başkasının günahlarından üstlenmek! Ne korkunç bir helalleşmedir bu. Maazallah, bile bile yok olmak, varken kaybetmek budur herhalde. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin iflas diye tarif buyurduğu bu sahne, kul hakkının ne olduğunu, nasıl bir akıbete sebep olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Altınoluk: Klasik, Bilinen kul haklarının dışında farkına bile varamadığımız ya da hiç hesaba katmadığımız kul hakkına giriyoruz. Bu anlamda sizin gözlemleriniz neler? Ne tür fiil davranışlarla birbirimizin hakkına giriyoruz?

Nureddin Yıldız: Kul hakkı şudur;
Mü’min olsun veya olmasın, ikinci bir insanın üzerinde eziyete neden olmak. Bu eziyet, maddi bir eziyet olabileceği gibi manevi bir eziyet de olabilir. Gözlemlenebilecek bir eziyet olabileceği gibi hak sahibinin haberdar olmayacağı ama onu yaratanın bilip zapt edeceği bir eziyet de olabilir. Meseleyi sadece insanın hakkına sahip çıkması, kendisini müdafaa etmesi olarak görmeyelim. Nice durumlar var ki, onları o insan yok saymışken veya unutmuşken Allah Teâlâ unutmuyor. Hesap yerine gelindiğinde, bir de organların konuşacağını düşünerek daha geniş bir yelpazeden bakabiliriz olaya.
Kul hakkı, bizimle bizden başkası olan bütün insanlar arasındaki olumsuz ilişkinin adıdır.
Evet, önemli bir husus olarak şunu da kaydetmekte yarar vardır: Biz, başka insanların haklarına tecavüz etmekten şiddetle kaçınmamız gerekirken, kendimizi ihmal etmek gibi bir tavra da sıcak bakamayız. Dinimizin bize çizdiği çizgi, ne zarar vermek ne de zarar görmek olmamalı şeklindedir. Kul hakkına riayetimiz bu yönden de ele alınmalıdır. Kendi haklarımızı savurmamızın bir anlamı olmaz. Evet, nefsi hazlarımızdan, zevklerimizden, keyfimizden, maddi menfaatlerimizden feragat edebiliriz. Yeri geldiğinde de etmeliyiz. Bundan ecir de bekleriz. Ancak böyle bir düşünce, ensesi açık biri olmamızı getirmemeli. Mü’min onuruyla yaraşmayacak bir ezilmişliği benimsemenin, tepkisizliğin dayanağı yoktur.
Hayat genişledikçe kul hakkı alanı da genişlemektedir. Dünyanın mamur alanları, bir asır öncesine göre ölçümlenemeyecek kadar genişledi. Hayatın yaşandığı alanlar da farklılaştı. İş alanları ve türleri birden bire çoğaldı. Eğitimin tarzı değişti. Eğitim yaşı aşağı ve yukarı doğru uzadı. Branşlaşma derinleşti. İdarecilik alanları ve çeşitleri yelpaze gibi büyüdü. Teknoloji çıldırtacak hal aldı. Apartman hayatı, önceki nesillerin hayal bile edemeyeceği kadar yükseldi. Apartman kültürü diye bir kültür oluştu. Bu öyle farklı bir kültür halini adı ki, apartmandan site tarzına geçenler bile kendilerini farklı görmeye başladılar. Apartmandan apartmana, yüksekliğe göre değişen bir tarz gelişti. İnsanların ortak kullanım alanları çoğaldı. Otobüs durakları, metro alanları, limanlar bundan bir asır öncesinin köylerindeki insanlardan daha fazla kalabalıkları bir saat içinde toplayıp dağıtmaktadır. Bir otobüsle bir duraktan öbür durağa kadar giderken belki de bir köy dolusu insanla yüzleşmek, sürtüşmek gibi ilişkilere mecburen girilmektedir. Marketler, ticaret merkezleri bile ticaret metaı kadar insanla sürtünmeyi gerektirebilmektedir. Hastaneler ise daha başka bir âlem. Bir hastanede hastalardan fazla, hasta işi takip eden insanlar dolaşmaktadır. Bu insanlar sadece mikrop bulaştırma riski taşımıyorlar. Birbirleri açısından mikrop kadar kul hakkı riski de, o hastane koridorlarında dolaşmaktadır. Elbette sadece hastaneler değil; insanın insanla karşılaştığı her yer…
Sadece bir örnek olması bakımından bir kul hakkı örneğini inceleyebiliriz:
Hastasının sıra beklememesi için veya başka bir nedenle, hastanedeki bekleme süresini becerip kısaltabilen bir hasta ya da yakını düşünelim. Kendisi için uygun görmediği bekleme süresini diğer insanların üzerine yıkarken normalde bir saatte işi görülecek olan bir hastanın, o öne geçmeye muvaffak olan hasta yüzünden iki saat beklemesi gibi bir durum oluşuyor. Bu bir saatlik farkın bedeli nedir? O hastadan helallik alınmış mıdır, ya da alınabilir mi? İşte çağdaş bir kul hakkı. Bu kul hakkına sadece sırasını atlayan mı karışıyor? Elbette hayır. Sırayı atlayan, ona aracı olan, o atlamaya göz yuman doktor, oradaki zulme şahit olup ses çıkarmayan sessiz Müslüman, orayı yöneten yönetici… Kaç kişi, bize göre gündeme bile gelmeyen bir hakkı ihlal etmektedir.
Bu örneği vapura binerken de uygulayabiliriz, hacca giderken de. Hacca gitmesi mümkün olmayan bir Müslüman, eli bıçak tutmadığı halde kasap vizesiyle hacca giderken kaç hacının kurbanına, kaç hacının şahsına karşı hak ihlali yapmıştır, bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey var: Bunların hiç biri gözleri görenden kaçmıyor. Hacılardan kaçabilir, ama O’ndan asla!
Hacca gidip, anadan doğma düzeyinde temiz olarak dönmeyi beklerken, adını adresini bilemeyeceği nicelerinin haklarıyla dönmek de varmış demek!
Şöyle bir sorundan söz edebiliriz: Bir insan, şu veya bu sebepten ötürü bir köyde bir Müslüman’ın malına zarar verdikten elli yıl sonra bile helallik yollarını zorlayabilir. En azından gider, o köyde kim varsa hepsiyle, ölenlerin varisleriyle helalleşir. Ama şu anda yaşadığımız hayat tarzında şehirlerde bu neredeyse mümkün değildir. En iyisi baştan dikkat etmektir.
Artık Müslüman olmamızın, hak ihlâlini mahşere taşıyan imanımızın etkisi altında olduğumuzun etkisi belli olmalıdır. Ayakkabı satın alırken Müslüman, altı yumuşak ayakkabı satın almalıdır. Bilhassa apartmanda oturuyorsa, sabah namazına giderken uyuyan bebeklerin uyanmasına sebep olabilecek kadar altı sert ayakkabı almamayı düşünmek, ahireti düşünmektir. İmanın inceliklerine vakıf olarak yaşamak budur. Kul hakkını, sürüden koyun çalmak, memur olunca devletten çalmak şeklinde kâfirlere göre bile hak sayılacak aleni örneklerden, böyle hassas örneklere çekebilmeliyiz.
Gıybet hakkı, bühtan hakkı, zan altında bırakma hakkı, ağır haklardır.
En başta ne demiştik? İslam’ı Buharî’deki hadislerin geniş yelpazesinde anlamalıyız. Aklımızın aldığı, kültürümüzün yettiği kadar değil, Peygamber aleyhisselamın öğrettiği kadar bilmeliyiz.
Kul hakkının illa ortaya çıkacak çaresiz örnekleri var. Mesela apartman hayatının önlenemez sonuçları olabilir; belki o tür sorunlara bir mazeret de bulunabilir. Ama apartmanın sigara kokmasının hiçbir özrü olamaz. Bari bu tür gereksiz ihlâller yapılmasın.
Trafikten bir örnek verelim. İki araç birbirine zarar veriyor. Onlar inip aralarında o zararı sulh ediyorlar ya da devlete müracaat ediyorlar. Devletin hükmü ile de onlar sulh oluyor. Mesele bitti mi? Bitmedi elbette. Bir saat iki saat o yol kapalı kalıyor ya da trafik akışı aksıyor. İnsanlar bundan etkileniyorlar. Bir kişinin dikkatsizliğinin sebep olduğu kaza, ‘kazaya karışan araçlar’ denilerek, sadece çizilen araçlardan söz edilip geçiştiriliyor. Ahirete iman eden için ise durum böyle değildir. Daha derin ve daha geniş düşünmeye mecburuz. Kanunların himayesine sığınmak, Allah’ın azabından kurtarmaz ki!

Altınoluk: Meslekler de hak ihlali üretir hale geldi. Mesela, her hangi bir meslek erbabı, meslekleri ile ilgili hatalarını bir meslektaşının raporuyla unutturabiliyor. Buna benzer bir takım hak ihlalleri yaşanıyor toplumumuzda. Bu anlamda yapılan hak ihlallerine de temas eder misiniz?

Nureddin Yıldız: Mesela, öğretmenler, derse yoğunlaşması gereken ilgilerini elindeki telefona, önündeki ekrana vererek ona emanet edilen çocuğun geri kalmasına neden olabiliyorsa, bunun hesabı yok mu? Kur’an öğreten bir muallim, önündeki bilgisayarla meşgul olurken,ihlâs suresini hatalı ezberleyen çocuğun ömrü boyunca o sureyi hatalı okumasına karşı bir hak ihlali işlemiş değil midir? Meslekler de hak ihlali üretebilir. İmamlar, müezzinler seslerini duyulduğu yere kadar Peygamber aleyhisselamın varisi olarak ulaşıyorlar demektir. Namazdan soğuyan bir gencin hesabı vardır muhakkak…
Siyaset tam bir kul hakkı bataklığıdır. Onun için Ömer bin Hattabradıyallahuanh: ‘Bir aileden bir kurban yeter.’ demişti.
Eşler, birbirlerine karşı hak tecavüzü yaparken, bir kul hakkı dosyası açmış olmaktadırlar. Hısımlıklar da kul hakkı nedeni olabilir.
Patron-işçi, çalışan-çalıştıran ilişkileri, başka bir âlemdir kul hakkında.
Hulasa şudur:
İnsanların canları kadar malları, iffetleri, onurları, ev mahremiyetleri veisimleri, Allah’ın dininin koruması altındadır. Bu korumaya takılanın yaptığı, kul hakkı ihlalidir. Ne yapıp edip kendisi veya hak sahibi ölmeden bu âlemde helalliği sağlamalıdır.
Bir ses kirliliği yaşıyoruz. Gece yarısı çalınan bir korna, havada kaybolup giden bir ses olarak kalabilir mi? Lüzumsuz yakılan bir çöpten etkilenen bir çocuğun, yaşlının ciğerlerinin hesabı sorulmaz mı?
Komşuluk, başlı başına bir hak dosyasıdır zaten. Komşu neredeyse komşuya varis olacaktı; o kadar yoğun bir ilişki içerisinde olmamız gerekiyorken, aynı binanın sakinleri ile bile bir arada olamamak, komşunun varlığını veya yokluğunu hissedememek bir hak ihlali değil mi? Yani komşu hakkı, sadece üstteki kadının alttaki kadının çamaşırlarının üzerine halı silkelemesi midir? Bu, kâfirlerin dünyasında bile bir hak ihlâlidir. Asıl ihlâl, o komşuya destek olmamak, çocuklarının hatta kendisinin cehenneme kaymasına karşı emribilmaruf yapmamak değil midir? Ekonomik anlayışlar, bizi yeni bir dünyaya taşıdı. Ama o dünyada Allah’ın Şeriatı’ndan kopmamalı idik. O dünyaya da kimliğimizle girmeli idik…
Mü’min için kul hakkı, zarar vermekten öteye bir anlayış olmalıdır.
Selam, başlı başına bir haktır. Terk edilmesi veya cevaplandırılmaması,hadisle sabit bir kul hakkı ihlâlidir.
Cenazeyle ilgilenmek bir haktır.
Hastalıkla ilgilenmek bir haktır. Bu hakkı ziyaret ederek geçiştiremeyiz.
Nasihat etmek, istişare edilince Allah için yardımcı olmak, hadisle sabit bir haktır.
Bunlar da kul hakları arasında zikredilmişken, biz kul hakkını, çobanın sürüsünden koyun çalmak olarak daraltamayız.
Meri örf veya kanunların belirlediği kurallardan, Allah’ın dinine aykırı olmayanlara uyulması gerekir. Bu, dini itmek anlamına gelmez. Dine rağmen konan kurallar ve oluşan örf için itiraz edilebilir.

Altınoluk: Son olarak hadislerde buyurulduğu gibi “Ahiret müflisi” olmamak için kul hakkından kurtuluşun yolu nedir?
Kul hakkından kurtuluş, ahiretten önce olmalıdır.

Nureddin Yıldız: Dünyadaki kurtuluş, helallik almakla mümkündür. Helallik alma, manevi hak ihlallerinde ‘gönül alma’ olarak adlandırabileceğimiz bir yolla gerçekleşecektir. Maddi bir hak ise eğer, o takdirde o hak ödenecektir. Ödeme esnasında takdirde ihtilaf olursa, hakem tayinine gidilebilir. Hak sahibi vefat etmiş ya da bulunamıyor ise varisleri aranır, o da mümkün değilse o hak kadar bir miktar onun adına tasadduk edilebilir. Ama bütün bunlardan sonra yine de Allah’ın rahmetine sığınmak şarttır.