‘Müslümanın Haremlik-Selamlıkla İmtihanı’ na Dair Can Alıcı Bir Mektup

SORU:
Selamunaleykum hocam. Haremlik selamlık meselesinde akraba içi, işte amca oğullarının hanımları, abi eşleri, tabi ki kocaları yanında olmaları şartı ile beraber yemek yeme ve oturmalar olabilir mi? Yoksa bu akrabaların hanımlarının ayrı bir odada oturması daha mı uygundur?

CEVAP:
Selamünaleyküm.
Lisanımızda ‘haremlik/selamlık’ olarak yerleşmiş bulunan kavramın özü, ev ortamında kadının erkeğe erkeğin de kadına fitne olmasını engellemektir. Bu kavram, daha çok Türkçe kültüründe vardır. Diğer İslam toplumlarında farklı isimlerle kullanılmaktadır. Biraz sonra zikredeceğimiz gibi nihayetinde meselenin aslı Kur’an ve Sünnet’ten gelmektedir.
Konunun içine dalmadan önce şu hususun aydınlatılmasında önem görüyorum:
Müslüman bir ailenin fertleri, iki hususu anlamakta zorluk çekebilirler. Birincisi: Namaz kılan, oruç tutan ve benzeri hasenatın sahibi bir Müslüman ailesi içinde birine haram duygularla bakabilir, elleyebilir mi hiç? Dünya çökse bu gerçekleşmez her hâlde!
İkincisi: Bir sofrada göz göze gelme, kadının üzerinde onun bedenini yansıtan bir çamaşır, onun hakkında haram bir duyguyu kışkırtacak kadar ilerleyebilir mi? Hele hele bu, aynı binada beraber kalınan bir teyze kızı için mümkün müdür?
Bu iki soruşturma konusuna şu sahte garantiyi de ilave etmemiz gerekecektir: Eğer bir tehlike söz konusu olacaksa o tehlike, aile içindeki bekârlardan gelebilir. Evli olan, bir de eşi yanında ise garantilidir. Adeta onun gözü yanlışı görmez, kulağı parazit sesi duymaz, eliyle yakan bir şeye tutmaz!
Bütün bu çıkışlara karşı, dinimizin hükümlerinden önce akılları harekete geçirecek bir sorulu cevap vermemiz gerekiyor: Muhatabımız insan değil mi? Şeytanın damarlarında dolaşmayacağı kim var?
Yine cevabın derinliklerine dalmadan önce, rahatsız edebilecek bir gerçeği daha, bütün yok sayılma gayretine rağmen gün yüzüne çıkarmak gerekiyor: Evli, bekârdan daha tehlikelidir! Evet, evlenmiş ve karşı cinsle bir yatağa girmiş erkek veya kadın, bekârdan daha tehlikelidir. Evlinin gözünün gördüğünü bekârın gözü zor görür. Bekâr, tek hedefi ve sınırlı şeyleri inceler. Evli ise bekâra göre daha derin anlamları bilmektedir. Onun gözünün anladığı manzara, kulağının sese verdiği anlam, elinin hassasiyeti kesinlikle bekârda olmaz. Bekâr, bir anlamda doludizgin giden ve önüne çıkana takılan bir çığ gibidir. Evlilik geçirmiş veya halen evli durumda olan ise sızabilecek nitelikte bir sıvı gibidir. Biz bu gerçeği, bekârın bekâr olarak kalmadaki sabrı ile evlilik geçirmiş birinin dul kalması durumunda -bilhassa erkek açısından- sabırda nasıl zorlandıklarında izleyebiliriz. Mesela evli bir erkeğin, eşinden ayrı kalmak durumunda olduğu bir zaman diliminde karşı cinse alakasının boyutu ve gözünün dönmüşlüğünü ele alarak, bekârla evli arasındaki farkı da müşahede edebiliriz.
Bunlar, aklın reddetmeyeceği hakikatlerdir. Allah Teâlâ bizi bu tarzda yaratmıştır. Bu bir fıtrattır. İmtihanımız da bu fıtrat üzerinden olacaktır.
Yüzeysel düşüncelerle, yapmacık duygusallıklarla bunları yok sayarak bir çözüme ulaşamayız.
Özellikle vurgulamakta yarar bulduğumuz bir ayrıntı daha vardır ki, bunun ciddi bir şekilde ele alınmasında fayda vardır. O da şudur:
Biz, kendimiz hakkında bir insan olarak karar verirken, esiri olmaktan kurtulamadığımız fıtrî duygularımızı bile bile ‘etkilenmeme’ iddiasını nasıl öne sürebiliriz? Hangi insan, şehvetini dilediği gibi dizginleyebileceği iddiasını öne sürebilir?
Bizim, bizi yaratan Allah Teâlâ’nın Şeriat’ına teslim olmaktan başka hangi çaremiz olabilir? Müslüman, ne kadar Müslüman olursa olsun, takva hangi düzeye çıkarsa çıksın insan değil midir? Hatta bu hususlarda Müslüman insanın sorunu sıradan bir insanın sorunundan daha ağırdır. Altını çizip teyit ederek tekrar belirtebiliriz ki, ‘Müslüman İnsan’ sıradan insana göre cinsel konularda daha ağır bir imtihan sürecinden geçer. Zira Müslüman olsun veya olmasın, her insanın fıtraten bulunan bir şehveti ve boşalma ihtiyacı vardır. Allah’ın haramlarını yok sayan bir idrakle yaşayanlar için sızmalar şeklinde de olsa şehveti hafifletme yolları, haramlara karşı titiz olan bir idrakin sahibi Müslüman’a göre daha fazladır. Gün boyu göz, el, kulak şehvetleri ile bir tür boşalan insanın adeta havasının alınması gerçeği vardır. Müslüman ise helallerle sınırlı kalmaya ahd etmiş biridir. İçerideki basıncın vereceği ağırlık açısından Müslüman’ın durumunun daha ağır olacağını tartışmaya bile hacet olmamalıdır.
İşte bu zaviyeden bakıldığında, bir bayramlaşmanın, bir iftar sofrasının, bir düğünün yakın akraba, hısım-dünür arasında erkeklerle kadınların ortak bulunduğu bir zeminde yapılması durumunda hangi tehlikenin devrede olacağı anlaşılmış olmaktadır. Daha da ileri gidip, neden Allah Teâlâ’nın huzurunda en büyük ibadet olan namazı eda ederken bile erkeğin kadınla kadının erkekle bir arada olmasının ‘gayrı tabii’ görüldüğü anlaşılmış olur. Haccetmek üzere ‘Harem Bölgesi’ dahilindeki iki Müslüman kadın ve erkeğin bir arada bulunmalarının tehlikeli görülüşündeki hikmet idrak edilir.
Burada sözü edilen tehlikenin fiilen vuku bulmamış olması ya da taraflardan birinin ‘TAKVA’ vasfına haiz olması, aile kültürü gibi gerekçelerin aslında hiçbir değeri de yoktur. Kural Allah’ın kuralıdır, biz de Allah’ın kullarıyız.
Bu izahtan sonra, adına ‘haremlik/selamlık’ dediğimiz uygulamanın ayrıntılarını ele alabiliriz.
1- Müslüman bir erkek, evliliğe müsait bir durumda olması hâlinde evlenmesi caiz olacak bir kadınla, hiçbir durumda ağabey/kardeş durumunda olamazlar. Onların aralarındaki yabancılık ancak direk veya dolaylı bir evlilikle kalkabilir. Direk evlilik, ikisinin nikâhlanması, dolaylı evlilik ise mesela o kadının, erkeğin oğlunun eşi olması hâlidir ki, o takdirde de onun kızı durumuna geçer.
Bu maddenin örneklendirmesini şöyle yapabiliriz:
Bir erkeğin baldızı, o erkeğe geçici bir durumdan dolayı haramdır. Bu geçicilik, baldızı olan kadının kız kardeşinin nikâhı altında olmasından dolayıdır. Nikâhlı hanımı ile nikâhı bir nedenle bittikten sonra ‘baldızı’ ile hiçbir engel olmadan nikâhlanabilir. Buradaki geçici nikâh engeli, erkeğin baldızı ile baş başa kalmasına, onunla ince bir ev kıyafeti üzerinde iken yemek yemesine (yanında nikâhlı hanımı bulunsa bile) izin vermemektedir. Yukarıda izah ettiğimiz gibi, bizim temiz duygu iddialarımız, haşa baldızına yan bakmaz/bakabilir mi felsefemizin Allah katında bir değeri yoktur.
Bunu başka bir açıdan ele alıp, kadının kayınları için de söylememiz mümkündür. Kadının kaynına karşı durumunu sevgili Peygamber aleyhisselam efendimiz, tehlikenin de ilerisine taşıyarak ‘o, ölümdür!’ şeklinde beyan etmiştir. ‘O, ölümdür!’ ifadesi, insanların kayın/yenge ilişkilerindeki savsaklaması endişesine karşı konmuş bir tedbir gibi durmaktadır.
2- Birbirleriyle evlenmeleri ebediyen haram olanlar ise bir arada durabilirler. Anne baba, evlat, kardeş ilişkisi ebediyen evlenmeye manidir. Dayılık, teyzelik, amcalık, halalık, dedelik-nenelik ilişkisi de evlenmeyi ebediyen haram kılar. Aynı şekilde bir erkek veya kadınla kıyılan nikâh da, o kişinin anne ve babasını anne baba konumuna getirir ve ebedi evlenme haramlığı getirir.
İnce bir ayrıntıyı örnek olarak buraya koyabiliriz.
Ahmet, Aişe ile nikâhlandığında; Ahmed’e Aişe’nin annesi, Aişe’ye Ahmed’in babası ebediyen haram olur. O nikâh sona erse bile bu haramlık kalkmaz. Ancak bu durum, Ahmet veya Aişe’nin kardeşleri için kesinlikle geçerli değildir. Oturup kalkmadaki hassas ölçüler burada devreye girmektedir.
Aralarında bu tarz bir ebedi haramlık bulunanlar, birbirlerinin avretlerine karşı iki ölçü dâhilinde hareket ederler.
Birinci ölçü, GALİZ AVRET (AĞIR AVRET) ölçüsüdür. Erkek ve kadının diz kapağı ile göbek deliği arası galiz avrettir. Bu galiz avret bölgesi sadece eşler açısından serbesttir, birbirleri için helaldir. Ne babanın kızı, ne de kızın babası için bu avreti görme, elleme ruhsatı yoktur.
İkinci ölçü, normal avret ölçüsüdür. Normal avret ise kadının elleri, yüzü, ve ayakkabı giydiği bölge kadarı ile ayakları hariç bütün bedenidir. Bu avret bölgesinin yukarıda zikredilen EBEDİYEN YASAKLILAR dışındakilerden korunması gerekmektedir. Bu şu anlama geliyor: Bir Müslüman kadının mesela omuzu kardeşinin yanında açılmış olsa bu avretini teşhir olarak anlaşılmaz. Meselenin edep boyutu ise başkadır. Ama aynı yer bir kaynın veya amca/dayı çocuğunun yanında açılmış olsa bunun adı avreti açmaktır ve bu bir haramdır.
Din kuralları açısından akılda tutulması gereken başka bir husus daha vardır.
Bir kadının avretini teşhir etmesi, avret sayılacak yeri elbisesiz durumda tutması demek değildir. Bunu kati bir ölçü ile belirtebiliriz. Avretin cazip olmaktan çıkarılması esas olandır. Eğer üzerindeki kıyafet bu cazipliği sağlıyorsa ortada tesettür yani korunma diye bir şey yoktur. Bir kadının üzerindeki gelinlik, o kadını erkeğin görmesi hâlinde izlenmeye değer yapıyorsa, söz konusu gelinliğin içinde kadının kaybolmasını sağlayacak kadar yoğun bir kapalılık göstermesi gelinliği tesettür için yeterli duruma getirmez. Bir kıyafetin, altındaki çekici yapması, onu kıyafet yapabilir ama tesettür yapmaz.
Bu da bizi, illa bir arada bulunmak zorunda isek eğer -ki, aile içinde veya bazı zorunluluklar durumunda bu gerçekleşebilir- kadının sokakta giydiği gibi bir kıyafetle bulunmasına mecbur etmektedir. Kadın sokakta bulunduğu kıyafetle evdeki bir toplantıya katılabilir. Sesine ve bedensel hareketlerine dikkat etmesi durumunda bu bir taviz olmaz.
Bu hususta en emin uygulama, erkeklerin bir yerde kadınların ayrı bir yerde oturmalarını sağlamaktır. Düğünümüz de, toplantımız da, ziyafetimiz de bu mantıkla gerçekleşmelidir.
Dinden vereceğimiz her tavizin, bir başka tavizi koparacağını unutmamalıyız. Çocuklarımızın bu ölçüleri kavrayarak yetişmeleri gerekmektedir. Erkek veya kız çocukları, erkekliğin kadınlığın ne olduğunu anlamaya başladıklarından itibaren bu eğitimi görmeleri, Kur’an öğrenmelerinden daha önemlidir. Hatta çok daha önemlidir. Tatilden oyuna kadar he alanda çocuklara bu hassasiyetler ikna edilerek verilmelidir.
Meselemiz hassas bir meseledir, emir Allah’ın emridir.
Konuya, bu asırdaki imtihanımız olarak bakarsak, kavramamız daha kolay olur. Allah’tan sabır ve sebat dileriz.

NUREDDİN YILDIZ