Ehli Sünnet Kimin Tekelinde?

Selamünaleyküm.

Mü’minlerin kardeşliği, iman mücadelesi, imanı üstün tutma, hatalarla mücadele üzerine prensiplerimiz şunlardır:

1- Allah’a imanın ne olduğu, kişiyi cehennemden kurtaran temel esasların ne olduğu hususunda bütün mü’minlerin ittifak ettiği temel hususlarda aykırı davranan elbette iman dairesinden dışarı çıkar. Ancak makul bir özür olabilecek cehalet nedeniyle mazur görülürse bu istisna sayılır.

2- Kişinin iman ettiğini söylemesi ve tevil götürmez bir şekilde imanına aykırı iş/söz sahibi olmaması halinde kimse kimsenin kalbini yararak hüküm verme hakkına sahip değildir. Kullar, ancak zahire göre hüküm verebilirler. Kalplere hükmetmek Allah Teala’nın elindedir.

3- Hiç kimse, daha fazla insanı küfre düşürmüş olmakla iftihar edemez. Bir kişiyi daha iman dairesine alabilmek iftihar edilecek metottur. Kusur arayan, kusur bulunca da şükürler eden anlayış sahabe anlayışı değildir. Aksine gördüğü bir kusur için uykusuz kalan mü’min, dinini dert etmiş mü’mindir. Sonra da o kusuru düzeltmek için en yumuşak en nazik metotları kullanarak vazifesini yapar. Mü’min tavrı budur. Ama bulduğu hata sayısı kadar puan toplayacak bir şovmenlik yapmaz. Zira bilir ki bir hatanın üzerine giderken yapılan hatalar da bir tür o hatanın reklamına dönüşmektedir.

4- En ağır hataları irtikâp eden en günahkâr mü’min, yeryüzündeki en iyi kâfirden daha iyidir Allah katında. Bu idraki, bütün söz ve tavırlarında göstermek zorundadır mü’min.

5- Hatasızlık diye bir iddia İslam itikadına sığmaz. Bütün Âdemoğulları hatakârdır. En hayırlıları da tevbe kapısına koşanlardır. Hatasız bir insan değil, hatasında ısrar etmeyen insan aramalıyız. Bu anlayışımızın en önemli ayrıntılarından biri de, peygamberlerden başka kimsenin masum olmadığı ilkemiz olmalıdır. Ne kemal ne de ısmet kimse için yoktur.

6- Ümmetin bir hususta icma etmesi ile ulemadan birinin veya bir bölümünün bir hususta fikir beyan etmesi asla aynı şeyler değildir. İcma ile ittifakı bile aynı tutamayız. Meleklere iman etmekle, kelam kitaplarındaki fikirlerden birini aynı görmek ne kadar ağır bir yanılgı olur. Bir konuda nas varsa bütün mü’minlerin susup ona teslim olması esastır. Eğer nas yoksa icma ararız. İcma bulursak aynı şekilde teslim oluruz. İcma yoksa içtihatlar sıraya girer. İçtihatlarda ise herkes haddini bilir; içtihat yapamayacak durumda ise içtihat eden bir müçtehidin izinden gider. Allah’a kulluğunda da bu onun için önemli bir işaret olur. Ancak Allah’a iman eder gibi bir müçtehide iman etmek yoktur, olamaz da. Zira müçtehidin içtihadı bir iman olarak görülecekse o zaman, o müçtehidin kendinden önceki müçtehidin içtihadını aşması, onun için imandan sapması olarak anlaşılması gerekir ki bu batıl bir telakkidir. Doğru olan ise şudur: Nasları anlayıp tatbik edebilecek düzeyde olanların seviyesinde olmayanlar, nasları anlayanların izinden giderler. Bu, bilmeyenlerin bilenlerden öğrenerek yol almasıdır. İslam, böyle öğrenilmiş böyle yaşanılmıştır. Bu, ashap nesli için de böyle olmuştur. Ama hiç bir şekilde öğretmen durumunda olanlar son merci olarak görülmemişlerdir. Yoksa içtihadın, dini anlamak için çalışmanın teşvik edilmesine bir anlam vermek mümkün olmayacaktır.

7- Kadı ile müfti arasında en bariz fark, birinin hüküm verip hükmünü infaz etmeye yetkili diğerinin ise yol göstermeye, irşat etmeye yetkili olmasıdır. Kadı durumunda olmayanların, Müslümanlar üzerinde kadı gibi kararlar verip, kimin küfre girdiğine kimin de hak üzere sabit kaldığına karar vermeleri kesinlikle yanlıştır. Allah’a davetle mükellef olanlar, davet sınırlarını zorlamamalıdırlar. Allah’a davet edenler, doğru bildiklerini anlatmalılar ama yanlışı teşhir gibi bir sistemle yol almamalıdırlar.

8- Müslümanlar birbirlerini EHLİ SÜNNET üzere olmak veya olmamakla itham ederken, ben EHLİ SÜNNETİM/EHLİ SÜNNET BENİM GİBİDİR türünden beyanlarda bulunmak, kıyamete kadar bütün Ümmet’i kuşatacak büyük kavramları daraltmaya ve kişiselleştirmeye sebep olmaktır ki bu bir hatadır. Hizmet değildir. Eğer meseleler EHLİ SÜNNET kurallarına göre ele alınacaksa, yüzlerce beyanı bulunan bir mü’minin bir beyanını alıp hem de yorumlayarak onun dışarıda kaldığı hükmü çıkartılabilir? Hangi EHLİ SÜNNET kaynağı esas alınarak delil oluşturulabilir? Ümmet’imizin böyle bir lükse tahammülü olmayacak kadar çetin bir zamanda yaşadığına dikkat etmeliyiz.

9- Allah’ın dinini, değiştirilebilir, oynanabilir kurallar bütünü olarak görmek ciddi bir sapıklıktır. İnsanların gönülleri hoş olsun diye naslarla oynamak bir sapıklıktır. Ancak insanları alternatif içtihatlarının bulunduğu içtihatlardan ötürü cehenneme sürüklemek de yanlıştır. O da bir aşırılıktır. Hepimiz, Allah’ın kapısının kullarıyız. O kapıya bir kişi daha gelsin diye didinmeliyiz. Sarhoşundan Mecusi’sine kadar herkese açık tuttuğumuz o kapıyı, bizim gibi düşünmediğini vehmettiklerimize kapatmayı düşünmek bile çılgınlıktır.

Müslümanlar, laiklik tehlikesi, Siyonizm ablukası bitti mi de içteki temizlik harekatına yöneldiler.

Doğru görsek de görmesek de tasavvuf erbabı ile de selefi anlayıştakiyle de kardeşiz. Yüreğimizde siyasete kendisini adayanlara da medresesine kilitlenene de yer açmalıyız. Kebair günahlara batmış bir mü’min de kardeşimizdir, Beytullah’ın etrafında tavaf eden hacımız da. Birilerini atma hakkını kendimizde görebiliyor olmamız bir ucub hastalığıdır. Kendini garantili bilmek hatadır. Cehenneme sevkiyat uzmanı olmak yerine bir kardeş daha kazanmayı gaye edinmedikçe ‘Allah için’ ne yapmış olabiliriz ki?
Şeytanı güldürmenin ne gereği var!

NUREDDİN YILDIZ