Bir Tabibe Mektup

İnsana hizmet için kullanılan bütün meslekler muteberdir, değerlidir. İnsana hizmeti arttıkça da mesleklerin değeri artar, o mesleğe izafe edilecek olan ibadet vasfı oranı yükselir. Tıbbın, insana en yakın ve onu en çok alakadar eden meslek olduğunda bütün insanlar hemfikirdirler. Zira doğrudan veya dolaylı olarak tıpla bağlantısı olmayan insan yoktur. Hatta ölen insan bile ölmekle tıbbın ilgi alanından çıkmamakta, yine tıbbın onun için yapabilecekleri ile iç içe olmaktadır. Bu gerçeğin en tabii sonuçlarından biri, bütün insanların tıbba ve tabibe alaka duymalarıdır. Bu alakanın insanın çocukluğundan pirifâniliğine kadar aralıksız sürdüğünü söyleyebiliriz.

Dinimizin tabibe bakışı da bu noktadan başlayan bir açı ile büyüyerek sürmektedir. Allah Teâlâ, mü’minin daha sağlıklı olmasını istemektedir; zira sağlıklı mü’min sorunlu mü’minden daha hayırlıdır. Mü’min her şeyden önce sıhhatli yaşamaya, onun elinde olmadan ortaya çıkan sağlık sorunlarına karşı da tedaviye memurdur. Gerek korunma ve gerekse tedavi olarak her iki süreç de tıbbın insana katkısı ile mümkündür. Secde eden mü’min görüntüsünden, güzel sesi ile Kur’an okuyan mü’mine kadar yeryüzünde Allah için yapılan ne varsa onda insanın sağlığı, sağlığında da kalitesi öne çıkmaktadır. Bu nedenle tıp ve tabip insan etrafında, ona en yakında dönen iki kavramdır. Tabip bu temsilin şuurunda olsun veya olmasın, icra ettiği işin niteliği budur. Önlüğünü giyip görevine yönelen bir doktorun, cübbesini giyip mihraba yönelen bir imamla arasındaki fark sadece önlükle cübbe farkı kadardır. Namazı ibadet olarak görmeye ve ondan ecir beklemeye alışık olduğumuz gibi, doktorun ameliyatı hatta muayenesini de ibadet olarak görmeye alışmalıyız. Doktorun bir ücret karşılığında mesleğini icra etmesi, yaptığının ibadet olma niteliğini bozmaz. Nitekim imamın da icra ettiği görevden ötürü ücret alması ne namazını ne de mesleğindeki değeri kaldırmamaktadır.
Tabibin üzerinde bulunduğu noktanın insan açısından taşıdığı öneme bütün insanlar kadar, ezeli düşmanımız şeytan da vâkıftır. O da kendisi bir doktorun ilgi alanında olmasa bile bütün doktorları ilgi alanında tutmayı istemektedir. Tıbbın şöhreti ve her insan için vazgeçilmezliği şeytan için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Şeytan da bir tür kâr peşinde, kârlı olanı değerlendirme meylindedir. İnsan olarak bizim için daha kârlı olanlar, şeytan için daha çok yatırıma değerliler olarak ortaya çıkmaktadır. Müşahhas ibadetlerde ve mesleklerde de durum böyledir. Sabah namazı akşam namazından daha büyük bir ecir vesilesi olduğundan şeytan sabah namazına karşı daha yoğun engeller üretir. Mesleklerde de aynı politikayı gütmesi ondan beklenir. Manav işletmekle doktorluk aynı değerleri ve ilgiyi yansıtmadığından şeytanın manavlığa ve doktorluğa aynı yoğunluğu göstermeyeceği rahat anlaşılabilir bir hakikat olmalıdır.
Tıp ve Müslüman kelimelerinin birleştiği yerde şu hakikatlere dikkat edilmelidir:
a- Müslüman, tıbbı, Kur’an ilimleri gibi mübarek ve gerekli bir ilim olarak görmelidir. Tıbba bakışımız daha paralı bir meslek olması gerekçesiyle nefsanî bir pencereden olmamalı, bilakis daha sevaplı ve daha elzem bir iş olmasından dolayı daha farklı bir ciddiyet yansıtmalıdır. Çocuklarımızın tıbba yönlendirilmesi esnasında bu ince çizgiyi takip etmek zor da olsa başarılmalıdır. Şüphesiz bu kadar hassas bir konuda ciddi bir nefis mücadelesine hazır olmak, tıp eğitimi kadar zühd ve sebat eğitimi şart olmaktadır. Mesleğiyle baş başa kalan bir tabip, her gün biraz daha kendisini ve insanlara karşı kullanabileceği imkânlarını putlaştırabilir. Sonunda da kendi ürettiği putuna secde eden ve böylece sosyal çevresini güdümünde görmek isteyen bir insan hâline gelebilir. Tıp erbabının toplum nezdinde bilinen yapısının temelinde bu dikkatsizlik yatmaktadır. Değer kadar risk, risk kadar ecir, bir ilke olarak dikkate alınmalıdır.
b- Müslüman, tıbbı bir meslek olarak görmekle yetinmeyip ibadet düzeyine yükseltmekle farklı olan biridir. Buna göre tıpkı namazı her gün biraz daha yükseklere çıkarmaya çalıştığı gibi tıbbı da her gün biraz daha yükseltmeye çalışır. Bundan da ecir beklentisi içinde olur. ‘Doktor’ değil ‘hazık doktor’ olmak ister/istemelidir. İyi değil en iyi olmak için didinir. Doktorluğu ile bir yandan mal kazanırken bir yandan da kullarına hizmet ettiği Allah’ın rızasını kazanır. Çift kazançla yol alır. Çalışma temposu ve gayreti de ‘çift kazanç’ ölçülerinde olur. ‘En iyi’ olma arzusunun gereklerine özen gösterir.
c- Tabibin her muayenesini bir namaz vaktinde eda edilen namaz gibi görmesi hakkıdır. Zira insana hizmet ibadettir. Tıp en bariz insanî hizmettir. Ücretli bir hizmet olsa bile o, Allah’ın rızasını kast ederek muayene eder, ameliyat yapar, tavsiyede bulunur.
Tabibin Allah rızası peşinde olduğunun fiili göstergelerinden biri olarak da özellikle sılayı rahim bağı ile bağlı olduğu akrabalarına karşı ‘ücretsiz doktor’ olmayı becerebilmesi, yılın bir bölümünü mü’min kardeşlerine şurada veya buradaki çaresizlere çare olmaya tahsis etmesi önemlidir. Hem işinin ve malının bereketini görür hem de dua alarak kalbine huzur akıtır.
d- Tabip, tıbbın gücünü abartmamalıdır. Nihayetinde tıbbın da Allah Teâlâ’nın nimetlerinden bir nimet olmaktan öteye götürülemeyecek bir çalışma olduğunu, her nimeti Allah Teâlâ’nın lütfettiğini itiraf etmelidir. ‘İlaç verip iyi etme’ yerine ‘Allah’ın izni ile iyileştirmek için gerekeni yapma’ iddiasında olmalıdır. Her şeyden önce tabip, kendisi de bir tabibe muhtaç olmayı aşamayacak şekilde yaratılmıştır.
e- Tabip, para kazanmalıdır. Tabibin zengin olması, müreffeh yaşaması ne günahtır ne de ayıptır. Ama insan bünyesi gibi bir mucizeyi ayrıntılarıyla bilen, binlerce defa inceleyen birinin ahiret âlemini uzak ihtimal görür tarzda yaşaması anlaşılabilir bir şey değildir. O, herkesten çok Allah’a yakın olmalıdır. Bu nedenle de tabip, para kazansın, lüks yaşasın ama paraya tapınmasın!
f- Tabip, işi/ibadeti/insanlığı arasındaki dengeyi bozmamalıdır. Evini tedaviye muhtaç hâle getiren tabip anlamsız bir iş yapmaktadır. Akrabalık bağlarını zayıf bırakan, ibadetlerini ihmal eden ya da ibadete vakit bulamayan tabip hatalıdır. Yoğun işe, büyük ilgiye rağmen Allah’ın hakkını Allah’a, ev halkının hakkını onlara, bedenin hakkını bedene, mesleğin icabını da gerekenlere sunmalıdır. Hiç olmazsa bu anlayış içinde kalmaya gayret etmelidir.
g- Kul hakkına riayet etmesi en çok gerekenlerden biri şüphesiz tabiplerdir. Vakit, ilgi, özen gösterme, tatlı dilli olma ve yetersizliği ortaya çıktığında onu itiraf etmekten kaçınmama şeklinde tezahür edebilecek olan kul haklarına dikkat etmesi, onun mü’min doktor niteliğinin gereğidir.
h- İnsanların doktorlara ihtiyacından daha da fazla bir şekilde doktorların insanların duasına muhtaç olduğunu bilen tabip, mesleğinde de hayatında da Allah’tan yardım görür. Duayı basit görmemek şarttır. Hatta Müslüman olmayanın duasını dahi bir kazanç bilmelidir.
i- Doktorların önlüklülerden başka insanla beraber olmamaları, o mesleğin aykırılıklarındandır. Çevresi daralmış, ruhu bunalmış bir doktor aslında hastadır. Cemaat içinde olmak, cemaatle yaşamak, cemaatte olmanın zorluklarına tahammül etmek ihmal edilemezlerden, öncelikli gereklerdendir.
j- Doktor ve kibir kelimeleri bir arada oldukça, doktor ve Allah rızası bir arada olmayacaktır. Fanilik sınırlarını zorlamanın bir gereği olmadığını en iyi bilen doktor olmalıdır.
k- Doktor, fıkıh bilmelidir.
Bütün fıkhı bilmek kimseye farzı ayın değildir. Ama ilmihâl yani meşguliyet alanına dair fıkhı bilmek farzı ayındır. Kuyumcu, kuyumculukla ilgili fıkhı bilmeli, tabip de tıpla ilgili hatta onun branşı ile alakalı ayrıntılı fıkhı bilmelidir. Mesela dâhiliye uzmanı, oruç ve abdeste dair ayrıntıların hastanın ibadetleriyle kesişen bölümüne dair tafsilatı bilmesi gerekir. Böylece mü’min bir hasta, filan mü’min doktorun ruhsatı/fetvası ile oruç bırakabilmelidir. Doktorun görüşü bir mü’minin özür sahibi olup olmadığı konusunda en az müfti kadar değer arz etmektedir.
Mü’min birkaç doktor birleşip meslekleri ile ilgili tıp seminerleri aldıkları gibi fıkıh seminerleri de almalıdırlar. Dini ciddiye almak budur.
l- Doktorun mü’min olma farkını göstereceği en önemli alanlardan biri de mahremiyet konusudur. Allah Teâlâ’nın şeriatı, bir kadına nikâhlı eşi dışında sadece doktor için, zaruriliğin sınırları kadar mahremiyeti kaldırma izni vermektedir. Bu, doktorun önemini gösterdiği kadar, doktorun vebalini de göstermektedir. Doktorların erkek veya kadın olmalarını ayırt etmeden Allah korkusunu en çok canlı tutmaları gereken alan bu olsa gerek.
Bu hususta doktorların dikkat etmeden önce korunmaya önem vermeleri gerekmektedir. Hasta-doktor ilişkisinde yalnız kalmama, zarureti zorlamama, gevşek davranmama, zorunluluk yokken zorunluluk kurallarını kullanmamanın yanında, bilhassa aile hayatlarını çok iyi korumaları gerekmektedir. Doktorların eşleri, eşlerini cinsel olarak gözü başka yerde olacak hâle getirmemelidirler. Bu erkekler için ve kadınlar için farklı tutulamayacak bir ihtiyaçtır. Ama bilhassa erkek doktorların eşleri, çok önemli bir görevi icra etmekle yükümlü olduklarını bilmelidirler.
Biz iman ehli olarak kâinata baktığımız gözle doktora bakmak isteriz. O gözle doktor olmak isteriz, doktorumuzu da öyle görmek isteriz. İstemekte de gayet haklı bir mevkide bulunuyoruz; mü’miniz, imanımızla yaşamak istiyoruz.

Nureddin Yıldız