Asker Ziyareti

Güneşli bir İstanbul sabahında hareket ediyoruz İskenderun’a doğru. Yüreklerimizdeki tatlı telaşın ve heyecanın yansıması var yüzlerimizde. Hâle hâle tebessüm yayılıyor geçtiğimiz caddelere. Ağaçların yeşili, gökyüzünün alaca maviliği bir başka canlı duruyor, rüzgârın sıcak eli yüzlerimizi okşuyordu. 15 kişiyiz ve gidiyoruz. Aylardır gece gündüz demeden siperlerde vatanı bekleyen kardeşimiz şimdi bizi beklemekte, yolumuzu gözlemekte biliyoruz. Heyecanlıyız o yüzden. Adana’ya kadar sadece namaz için mola veriyoruz. Onun haricinde hep yoldayız. Bolu dağının karlı tepeleri selamını, Ankara’nın soğuk yapıları hasretini, Konya’nın Meram çayı coşkusunu, Adana’nın sıcağı özlemini ekliyor minibüsümüze ve gidiyoruz. Bekleyeni bekletmemek için gidiyoruz.

Günün ilk ışıkları aydınlatırken İskenderun körfezinin maviliğini, asker beldesi olduğunu hatırlatırcasına karşımıza dikiliveriyor Amanos dağlarının ihtişamlı karlı teperleri. Sessizce geçiyoruz boş caddelerden ve nihayet nizamiyedeyiz. Bir gün ödenen vatan borcunun haklı gururuyla çıkacağı nizamiye kapısında bekliyoruz.

Kendisini beş kişilik bir grubun ziyaret edeceğini zanneden ve bu yönde bilgilendirilen yönetim kurulu üyemiz Abdullah Ceylan, karşısında on beş kişilik bir arkadaş grubunu görünce ne şaşkınlığını gizleyebiliyor, ne de gözyaşlarını. Aynı dili konuşanların değil, aynı duyguları paylaşanların anlaşabildiğini, hatta kelimelere gerek kalmadan sadece bakışarak anlaşabildiğini gösteriyor her şey. Aynı yolun yolcusu olmanın, aynı sevdaya baş koymanın, aynı yolda omuz omuza yürümenin güzelliğini hissediyoruz bir kez daha yüreklerimizde.

Akşama kadar birlikteyiz artık. O anlatıyor, biz anlatıyoruz. Ömürden geçen koskoca ayları birkaç saate sığdırmak, yaşananları kelimelerin sırtına yüklemek zorundayız. Bazen gülerek, bazen hüzünlenerek konuşuyoruz. Anlatacak ne kadar çok şeyimiz varmış bizde şaşırıyoruz. Her şeyin yeşil olduğu kışlanın kendine has dünyasıyla, renklerin kendi isteklerince şekillendiği sivil hayat arasında ne kadar da fark varmış, şaşırıyoruz. Şaşkınlığımız geçmeden vakit geçip gidiyor. Saniyelerin dakikalara yoldaşlık edip geçmek bilmediği günlerin aksine zaman su gibi akıp geçiyor, güneş ufukta irtifa kaybederken sabah ki coşkumuz yerini hüzne bırakıyor. Yüzlerimizdeki gülen ifadelerin üzerine birkaç ay sonra çıkarılmak üzere o hüzün maskelerini takıyoruz. Kavuşmanın güzelliği kadar ayrılmanın acısını hissediyoruz yüreklerimizde. Nizamiyenin kapısında durduğumuzda zamanında durmasını istiyoruz ama olmuyor, herkese eşit davranan zaman akıp gitmeye devam ediyor. Kucaklaşıyoruz ve ayrılıyoruz. Havadaki sessizliği İskenderun semalarında yankılanan akşam ezanları dağıtıyor ve her şeyin ama her şeyin bir plan doğrultusunda olduğunu, kavuşmanın da ayrılmanın da takdirini yapan birinin olduğunu hatırlatıyor yeniden bizlere. Kederimizi kaderimizin sırtına yükleyip son kez sallıyoruz ellerimizi ve ayrılıyoruz. Her ayrılığın yeni bir kavuşmaya gebe olduğunu bilerek geri dönüyoruz.

İçimiz sevgi dolu dönüyoruz. Gerçi hep öyleydi. Giderken de öyleydi, dönerken de. Şimdi de öyle. Gelecekte de öyle olacak inşallah.

Gözümüz yollarda, seni bekliyoruz…